Atalarımızın Diyeti – Ketojenik Diyet

Yok, diyet tarifi ya da tavsiyesi vermeyeceğim, haddime düşmez. Ama eskiden sadece yaz yaklaşırken dilimize dolaşan bu sözcük artık dört mevsim telaffuz edilmeye başlandı. Nedir diyet? Az yemek, aç kalmak, kilo kaybetmek, kalori saymak, bazı yiyeceklerin sadece resimlerine bakmak, öğünleri kovalamak, spor salonuna yazılmak, sokaklarda postacı misali yürümek, kaçamaklar sonrası vicdan azapları. Yanıtlıyorum, hiçbiri.

Diyet sözcüğünün kökeni, Yunanca ‘diatia’ yani yaşam tarzı sözcüğünden gelmektedir. Yine yunanca ‘diatiao’ sözcüğü belli bir tarzda beslenmek, belli bir yaşam tarzını benimsemek anlamında kullanılır. Yunancadan fransızcaya geçerkende ‘diete’ şeklinde geçmiş ve beslenme rejimi olarak tanımlanmıştır. Sonuç olarak diyet tanımı, seçimlerimizden oluşan bir beslenme ve yaşam tarzı demektir.

Yaz gelirken az yemeyi, aç kalmayı, hamster misali koşu bandında yuvar teker koşmayı seçeriz. Kış gelince de aman canım yaza çok var der salarız. Tanıdık geldi mi? Modern yaşam tarzında beslenme seçeneğimiz çoktur. Ama durum binlerce yıl önce atalarımız için aynı değildi. Beslenme ve yaşam tarzları ile ilgili seçenekleri kısıtlıydı. Yani diyet seçenekleri çok değildi.

Avcı-toplayıcı toplumda, göçebe bir yaşam tarzı sürüyorlardı. Dolayısıyla avladıkları yaban hayvanları ve bulabildikleri yabani meyvelerle, sebzelerle yaşamlarını sürdürüyorlardı. Onbinlerce yıl böyle devam etti. Yaklaşık on iki bin yıl önce tarım devrimi ile yerleşik düzene geçilinceye kadar, insanoğlu türünü böyle devam ettirdi.

Atalarımız 2.5 milyon yıldır böyle beslenerek hayatta kaldılar.

Neolitik dönem denen tarım devriminin gerçekleştiği dönemde, hızla artan nüfusu beslemek için daha çok tahıl üretilmeye ve tüketilmeye başlandı. Sözün bağlanacağı yer göçebe atalarımızın beslenme şeklidir. Yani hayvan yağlarının, etinin çok; meyvenin, sebzenin az olduğu beslenme biçimidir. Son birkaç yıldır, ortalıkta dolaşan ketojenik beslenme şekli, aslında avcı-toplayıcı atalarımızın diyet şeklinin, günümüze uyarlanmış biçimidir.

Ketojenik diyet aslında bir beslenme sanatıdır. Kalori saymaya ya da öğün kovalamaya gerek duymadan yapılabilecek bir diyettir.

Klasik ketojenik diyette 4/1 oranı geçerlidir. Bazı yerlerde 3/1 oranı da karşımıza çıkar. Yani yağ oranı 4 ya da 3; protein ve karbonhidrat oranı 1’dir. Bir daire çizelim üçe ya da dörde bölelim. Sadece bir parçayı renkli boyayalım ve işte o renkli bölge tüketebileceğimiz protein ve karbonhidrat miktarına aittir. Kalan boyanmayan bölge ise tüketmemiz gereken yağ miktarını anlatır. Günlük diyetimizi yani beslenme seçimimizi bu şekilde yaparsak, ketojenik beslenme şeklini uygulamış oluruz.

Bilimsel olarak anlatırsak, diyetimizin yani günlük beslenme tercihlerimizin % 70-80’ini yağlardan, % 5-10’unu karbonhidratlardan, % 10-15’ini proteinlerden yana kullanırsak bu beslenme şekli ketojenik diyettir. Diyetin amacı basit anlatımla, vücudu şeker yakarak işleyen durumdan çıkarıp, yağ yakarak işleyen hale getirmektir. Yani vücudu, enerji üretmek için şeker yerine yağ kullanır hale getirmektir.

Geleneksel diyetlerde bol miktarda karbonhidrat vardır. Bir dilim bilmem ne tohumlu ekmek ile başlar ve ara öğünlerde meyvelerle devam eder. Bu da kanda bulunan insülin miktarını sürekli olarak arttırır. Çünkü kanda dolaşan fazla glikozun kandan uzaklaştırılarak uygun şekilde depolanması gerekmektedir. Bu işi yapan insülin hormonudur. İnsülin sürekli olarak salgılandığında kandaki miktarı artar ve bir süre sonra sürekli yüksek insüline karşı hücreler duyarsızlaşır. Sonucunda hücrelere glikoz giremez hale gelir ve gittikçe daha yüksek glikoza devamında daha fazla insüline ihtiyaç duyulur. Olay kısır döngü şeklinde devam eder.

Ketojenik diyetse, vücudun ihtiyaç duyduğu enerjinin çoğunluğunun, karbonhidrat ve protein yerine yağlardan sağlamasıdır. Vücudumuzda hücrelerimiz glikozdan enerji elde ederek yaşamını sürdürür. Glikoz kanımızda yeterli düzeyde bulunmadığında insülin düşer ki işin püf noktası budur, bunun sonucunda vücut depolanmış yağı, yağ asidi üreterek keton cisimcikleri denilen maddelere dönüştürür.

Bu diyetteki temel amaç, karaciğerde yağların parçalanmasıyla oluşan keton cisimcikleri denen moleküllerden enerji elde etmektir. Keton cisimciklerinin oluşumu ve kandaki varlığı, vücudun ketozis denen duruma girdiğinin en önemli belirtisidir. Diyetin en önemli sonucu ketozis denen bu durumdur ki yağların yakıldığının ilanıdır. Keton cisimciklerinin oluşumuyla vücut artık yağ yakıyor demektir.

Tüksek yağ tüketilirken, yeterli miktarda protein ve düşük karbonhidrat tüketimi ile kanımızdaki glikoz miktarı düşmeye başlar. Bu durum uzun süre böyle devam ettiği zaman düşük glikoz oranına bağlı olarak, hücrelerimiz enerji ihtiyaçlarını kandaki keton cisimciklerinden sağlar. Bunun sonucunda da vücudun enerji üretim mekanizması değişir ve enerji üretmek için yağlar parçalanmaya başlar.

Ketojenik diyet ya da bir günlük açlık sonucu enerji elde edilmesi, yağ asitlerinin keton cisimciklerine yani beta hidroksi bütirat  (BHB), asetoasetat (ACA) ve az miktarda asetona dönüşmesi ile oluşur. Bu olay karaciğerde gerçekleşir. Karaciğerde sentezlenen keton cisimcikleri kan yolu ile tüm dokulara gönderilir. Suda kolay çözündüklerinden herhangi bir taşıyıcıyı moleküle ihtiyaç duymazlar. Ve vardıkları organlarda enerji üretirler. Şimdi beynin enerji ihtiyacı için glikoza ihtiyacı var diyenler olacak. Beyin keton cisimciklerini de enerji üretmek için kullanabilmektedir. Keton cisimcikleri kan-beyin bariyerini kolaylıkla geçer. Çünkü uzun süreli açlık ya da ketojenik diyet, keton cisimciklerini kan-beyin bariyerini aşıp beyin hücrelerinin zarından geçiren, monokarboksilik asit denen taşıyıcı proteinlerin geçirgenliğini arttırır. Kısaca beynimizde aç kalmıyor demektir.

Üstüne üstlük yapılan çalışmalarda beyin ile ilgili bazı hastalıklarda ketojenik diyet ile iyiye doğru gidiş olabileceği kanıtlamıştır. İlk kullanım alanı çocuk epilepsisinde olmuştur. Pediatride epilepsi yani sara tedavisinde 1920 yıllarında bir şekilde kullanılmış ve iyileştirici sonuçlar elde edilmiştir. Bu diyet ile çocuklarda epilepsi tedavisinde nöbet sıklıklarında ve sürelerinde azalma, uzun süren katı ketojenik diyetlerde ise nöbetlerin tamamen ortadan kalktığı saptanmıştır. Bu diyette büyüme, gelişme, doku onarımı, uygun ağırlık ve boya ulaşmak için gerekli olan protein ve enerji sağlanabilmektedir. Dolayısıyla çocuklarda gelişim bozukluğuna neden olmadığı belirtilmiştir. Erişkin epilepsilerinde ketojenik diyet başarısının çocuklardaki kadar yüksek olmadığı belirtilmektedir. Epileptik nöbetlerin tamamen açlık ile durdurulabildiği bilinmektedir. Ama tabiki pratikte uygulanması mümkün değildir.

Çünkü uzun süreli açlıklarda vücut aynı ketojenik diyetteki gibi ketozis durumuna girmektedir. Yani vücut yaşam için gereken enerjiyi glikoz yerine keton cisimciklerinden sağlamaktadır.

Gelelim çağın hastalığı olan ve ilerleyen yaşların korkulu rüyası Alzhemier hastalığına. Tıp dünyasında Alzhemier hastalığı 3. tip diyabet olarak isimlendirilmektedir. Diyabet deyince hepimizin aklına tabiki şeker hastalığı geliyor. Yani beyin glikoz yerine keton cisimcikleri ile enerji üretmeye yönlendirilirse, Alzhemier hastalığının belirtileri ile ilgili olumlu gelişmeler gözlemlendiği belirtilmiştir. Tip 3 diyabet olmamak için bile ketojenik diyet seçenek olarak elimizde bulunsun derim.

Yine yapılan araştırmalarda yaşlanmanın etkilerinin azaltılabileceği ve ayrıca enflamasyon denen vücudun genel iltihaplanması olan durumun belirtilerininde kontrol edilebileceği söylenmektedir. Artık kanser tedavilerine destek olarak da ketojenik diyetten yararlanılmaktadır. Kanser hücrelerinin gelişiminin durdurulması için kullanılmaktadır.

Tip 2 diyabet hastaları için de doktor kontrolünde kullanılmasının uygun olduğu söylenmektedir. Ama Tip 1 diyabet için kesinlikle tavsiye edilmemektedir. Çünkü Tip 1 diyabette uzun süreli açlıklarda ketoasidoz denen son derece tehlikeli bir tablo gelişebilmektedir. Ketoasidoz Tip 1 diyabet için son derece tehlikeli bir sonuçtur. Tip 1 diyabette vücut insülin üretemez. Dolayısı ile kan şekeri çok yükselir ve ketozise bağlı asit yapılı keton cisimciklerinin miktarı da kanda artarsa kişi için ağır tablo gelişmektedir. Sonuç Tip 1 diyabetliler kesinlikle uzun süreli aç kalmamalı ve ketojenik diyet yapmamalıdır. Zaten oluşan keton cisimcikleri vücudun asidite oranını arttırdığından, ketojenik diyette bol su tüketilmesi tavsiye edilir.

Ketojenik diyet sonucu gelişen ketozis, ketoasidozu tetikler. Ketozis sonucu oluşan keton cisimcikleri vücudu asidik hale getirmektedir. Vücut asidinin yükselmesinin uzun süreli durumlarda oluşturacağı sorunlardan su ile ilgili konuşurken bahsetmiştim. Ama tip 1 diyabet hastaları için kısa sürelerde bile ağır bir tablo oluşmaktadır. Ketojenik diyet, diyabet hastaları için uygun görülmeyen bir diyet olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sıra geldi diyet kısmına yani kilo vermek için ketojenik diyetten faydalanan sayısının gün geçtikçe arttığını çevremizden duyuyoruz. Aslında en çok bilinen ve yararlanılan şeklide kısa sürede yağ kaybı ile vücut kitle indeksinin hayal edilen noktalara gelebileceğinin söylenmesidir. Yapılır yapılmaz tercih meselesidir. Ama nasıl yapılır? Ne yenilir? Ne içilir? Kısaca anlatalım.

  • Hiçbir tahıllı ürün bu diyette yok. Tüm bakliyatlar, pirinç, bulgur da yok. Tüm paketli ürünler çöpe atılacak. Üzgünüm meyveler de yok. Vücut alışma sürecini geçince az miktarda kırmızı meyveler tüketilebiliniyor. Meyve olarak sadece avokado ve zeytin önerilmektedir. Tüm nişastalı sebzeler patates başta olmak üzere kesinlikle tüketilmeyecek.
  • Hangi sebzeler var diye ezber yapmaya gerek yok. Pazar tezgahında gördüğünüz sebzelerin toprak altında yetişenleri satın alınmayacak ve tüketilmeyecek. Toprak üstünde yetişen tüm sebzeler ile yeşil yeşil size bakan tüm otsu sebzeleri toplayıp eve getirebilirsiniz. Buradaki tek istisna bezelyedir. Üzgünüm o da yenilmeyecekler listesinde yer alıyor. 
  • Proteinlerle işimiz daha kolay. İlk sırada yumurta var. Ardından tüm yağlı peynirleri, süzme yoğurt, çökelek, lor kahvaltıyı şenlendirebilir. Tüm deniz ürünleri, tavuk, hindi, kırmızı etler tabağımızda rahatlıkla yer alabilir. Evet konuşmanın başında dairenin boyadığımız bir parçalık kısmında neler yiyebileceğimizi konuşmuş olduk. Sıra geldi boyamadığımız büyük kısımda olan yiyebileceğimiz şeylerin neler olduğuna.
  • Tereyağ, zeytinyağı, kaymak, hindistan cevizi yağı, tüm kavrulmamış yağlı tohumlar yani kuruyemişler tabağın boyanmamış en büyük alanını oluşturur. Peynirler ve etlerdeki yağı da göz önüne almalıyız. Avokado da yağ oranı yüksek bir meyvedir. Meyve demişken zeytini de unutmayalım. Şekersiz çay, kahve ve tüm içeçekler ile tabiki su her zaman tüketebileceğimiz içeceklerdir. Alkol içerik olarak karbonhidrat türevleri olduğundan kesinlikle içilmemeli sınıflandırmasında yer alıyor.

Ne yenir ne içilir konuştuk. Ne zaman ve ne kadar yiyebileceğimiz ise durum biraz karışık. Doyana kadar sınırsız yiyebilirsin diyenler var. Miktar belirleyenler de var. Zaman konusunda ise öğün takip edenlerde var ya da acıktığında ye diyenlerde var. Zaten seçimimiz bu diyetten yana olursa ulaşılabileceğimiz çok liste örneği var. Burada liste yapmanın bir anlamı yok. Benim gibi canımın istediğini, istediğim zaman, istediğim kadar yerim diyenler için listeler zaten anlamsız. 

Yaparsak karşılacağımız sorunlar olur mu diye sorarsak ilk söyleyeceğimiz ketojenik grip diğer deyişle keto flu durumu olabilir. Aynı gribe benzer semptomlar gelişir. Yani yorgunluk, halsizlik, uyuşukluk, uyku hali, baş ağrısı gibi. Tedavisi bol su içmek, dinlenmek ve uyumaktır. Ama bu bir geçiş dönemi olarak karşımıza çıkar ve çok kısa sürer. Vücut alışınca belirtiler ortadan kalkar. Ayrıca ilk günlerde mide bağırsak sorunları da yaşanabilir. Kabızlık ya da ishal kişiye göre değişen bir tablodur. Bazı yerlerde böbrek taşı da oluşur diye yazar ama bununla ilgili yapılmış bir çalışma karşıma çıkmadı.

Sonuçta tüm beslenme otoritelerini dinlediğimizde ya da zayıflamak ya da sağlıklı olmak için uyguladığımız tüm diyetlerde karşımıza çıkan ortak nokta işlenmemiş, paketlenmemiş, kötü yola düşmemiş yiyeceklerin uygun zamanlarda ve uygun miktarlarda tüketilmesinden söz eder. Vücudumuz sahip olduğumuz en büyük servettir. Ona iyi bakmak en büyük kişisel sorumluluğumuzdur.

Sağlıkla kalın sağlık aşkına.

Yorum bırakın