7. Kıta – Mikroplastik

İki yılda bir Ekim ve Kasım aylarında İstanbul’da düzenlenen bienalin 2019 yılının teması 7.kıta idi. Bienali şeref konuğu olarak ziyaret eden 7.kıta temsilcisi, yerel kıyafetleri olan plastik poşet ile çok dikkat çekti. Kendisi hava alanında karşılandıktan sonra bir basın toplantısı yaptı.

Siz bu hızda plastik tükettikçe biz varolmayı sürdüreceğiz, büyüyeceğiz

dedi.

3,5 milyon metrekare büyüklüğündeki plastik çöplüğüne katkılarından dolayı herkese teşekkür ederken, her yıl büyümeyi sürdüreceklerini ekledi. Hayatımızın vazgeçilmez parçası haline gelen plastikler, önümüzdeki on yılların en büyük çevre sorunu olarak karşımızda duruyor. Yaşadığımız bu yegane gezegende sınır, zaman, mekan, din, dil, ırk ayırmadan hepimiz için büyük tehlike oluşturuyor.

Plastiğin ne olduğunu hepimiz biliyoruz değil mi? Üretiminin balıca hammaddeleri petrol, doğal gaz, kömürdür. Alexander Pakes isimli kimyager tarafından 1856 yılında üretilmiştir. Plastik karbon, hidrojen, oksijen, azot ve diğer organik ve inorganik elementlerin oluşturduğu, monomer adı verilen basit yapıdaki moleküllerin bağlarının koparılıp, aynı moleküllerin polimer adı verilen uzun zincirli bir yapıya dönüştürülmesi ile elde edilen malzemelere verilen isimdir. Şöyle açıklayalım.

  • Etilen doğal bir monomerdir. İki tane karbon atomu ile dört tane hidrojen elementinden oluşur. Etilenden oluşturulan polimer ise polietilendir. En çok kullanılan plastiklerden biridir.
  • Yani plastikler doğada varolamayan, insan tarafından doğadaki elementlere müdahale edilerek, endüstriyel olarak üretilen bir maddedir.
  • Genellikle petrol rafinerilerinde ham petrolün işlenmesi sonucu arta kalan malzemelerden elde edilir.
  • Yaklaşık 150 yıl önce nitro selüloz olarak keşfedilen plastikler doğal plastiklerdi. Ardından yapay plastikler olarak ikincil sentetik olan fenol formaldehit yapılı plastik üretilmiştir.
    • Genelde yedi çeşit plastik ve onların kodları vardır. Polietilen tereftalat (PET veya PETE veya PE), yüksek yoğunluklu polietilen (HDPE), düşük yoğunluklu polietilen (LPDE),  polivinil klorür (PVC), polipropilen (PP), polistren (PS), köpükleştirilmiş polistren(EPS).
    • Çoğu büyük harfi kullandığımız plastiklerin üzerinden zaten biliyoruz. Ayrıca üretiminde bisfenolA (BPA), kurşun, bakır, kadmiyum, ftalatlar gibi canlılara zarar veren katkı maddeleride kullanılmaktadır. Plastik genel kültürümüz oluştu. Sıra geldi sağlığımız için farkına vardığımız ya da varamadığımız tehlikelerinin neler olduğunu konuşmaya.

Plastiklerin tehlikesinin ve uzun dönemde vücudumuz için  zararlarını çoğumuz biliyoruz. Farkına varamadığımız ise elimizle tutup gözümüzle göremediğimiz mikroplastiklerdir. Mikroplastikler, 5 mm’den küçük plastik parçacıklardır. Bir pirinç tanesinden daha küçük parçaları hayal edin. İki şekilde oluşurlar.

İkincil yani sekonder mikroplastikler, büyük plastiklerin çeşitli faktörlerle parçalara ayrılması ile oluşurlar ki bana göre daha masum mikroplastiklerdir. Oluşumlarını azaltabilmek hepimizin sorumluluğundadır. Günlük yaşantımızda küçük dokunuşlar ile rahatlıkla yapabiliriz.

  • Hayatımıza daha az tek kullanımlık olan kullan at denilen plastik ürünleri sokarak, biyobozunumlu plastik kullanmaya özen göstererek, geri dönüşüm için gerekli düzenlemeleri yapacak özveriyi göstererek sekonder mikroplastik oluşumunu azaltabiliriz. Ufak dokunuşlarla başlayıp yaşam şeklimiz haline getirmeliyiz. Yani bireysel olarak plastik ayak izimizi azaltmak için hemen bir şeyler yapmalıyız.
  • Sorumluğumuz çocuklarımız için, dünya üzerinde kendimiz dışında yaşayan tüm canlılar için çok büyük. Çünkü plastiği keşfeden, üreten, yarını düşünmeden savurganca kullanıp sağa sola fırlatıp atan, gözümüz görmediğinde yokmuş gibi farz eden biz insanlarız. Yoksa 7.kıta tüm dünya üzerinde hızla yayılıp canlılara özellikle denizlerdeki canlılara yaşam alanı bırakmayacak.

Bir de birincil yani primer plastikler vardır ki en sinsi olanı da budur. Çünkü aynı plastiklerin oluşumu gibi insan eliyle üretilmiş mikroplastiklerdir. Bunlara mikroboncuklarda denir. Kozmetik ve ilaç endüstrisi için üretilirler. Doğru duydunuz. 

  • Şampuanlar, diş macunları, duj jelleri, vücut peeling ürünleri, dudak parlatıcıları, göz kalemleri, rimeller, deodorantlar, güneş kremleri ve bazı ilaçların yapımı için kullanılırlar. Bu ürünlerin kullanımı ile doğrudan kanalizasyona oradan akarsulara ve oradan da denizlere taşınırlar. Normal arıtma sistemleri ile mikroplastiklerin süzülmesi mümkün değildir. Ancak ileri arıtma sistemine sahip tesislerde mikroboncuklar tutulabilirler. Günümüzde endüstriyel atıkların bile doğrudan akarsulara atıldığını hesaba katarsak, tüm bu mikroboncukların doğrudan sulara ve oradan denizlere ulaştığını varsayabiliriz.
  • Evlerimizden doğrudan denizlere yolladığımız primer mikroplastiklere ek olarak bir de sekonder mikroplastiklerimiz var. Çamaşır makinalarının atık suları incelendiğinde, her yıkamada 1900 adetten fazla mikroplastik lif kanalizasyona geçebiliyor. Kıyafetlerin % 60 artık sentetik dediğimiz plastik türevi maddelerden üretiliyor. Her yıkamada sıkma ve sürtünme sırasında kopan mikro parçalar denizlerimizdeki kirliliğe katkıda bulunuyor. Ne mi yapacağız? Sağlıklı olması için giysilerimizde doğal ürünleri tercih ederken, artık denizlere gönderdiğimiz yapay mikrolifleri azalttığımızı da düşünebiliriz.

Araba lastiklerinin yollarda sürtünmesi ile oluşan parçalanma ile de mikroplastikler oluşuyor. Dünya üzerindeki taşıt sayısını düşünürsek artık sadece egzoz emüsyonunun değil doğaya saldığımız mikroplastikleride düşünmeye başlamalıyız. Peki tarımda kullanılan plastik sulama sistemlerinin, zamanla aşınması ile oluşan mikroplastiklerin doğrudan toprağa, oradan yeraltı suları ile denizlere taşınması aklımıza gelir mi?

Su arıtma sistemlerinde kullanılan bazı su yumuşatıcılar ki büyük ölçekli bazı endüstrilerin üretim aşamasında kullandığı bu kimyasalların da, mikroplastik oluşumuna katkıları büyüktür. Okyanuslardaki mikroplastiklerin % 20’sinin denizlere doğrudan döküldüğü, % 80’inin ise atık boşaltma, çöpler ve kanalizasyon dahil karalardan kaynaklandığı bilinmektedir. 

Ortalama yılda 8 milyon ton plastik okyanuslara gidiyor. Türkiye’nin katkısı yaklaşık 50 bin ton kadar. İster doğrudan atalım ister karasal yollarla taşınsın, ister makroplastik ya da mikroplastik olarak atılsın, ister birincil ister ikincil mikroplastik olsun sonuçta denizlerimizi ve okyanuslarımızı geri dönüşümsüz bir şeklide son hızda kirletiyoruz. 

Okyanuslardaki makroplastikler girdapların, akıntıların, rüzgarların, dalgaların etkisiyle geniş alanlara yayılırlar. Uygun akıntı noktası bulduklarında da plastik adaları oluştururlar. Biyolojik olarak polietilenin 20 yılda, pet şişenin 450 yılda parçalandığı düşünülürse ve parçalanmaya zaman bırakmadan yenileri eklenirse ki şüphesiz ekleniyor, bu plastik adaları son hızla büyüyüp kıtalar oluşturacak ve temsilcileri bizleri ziyarete gelip teşekkürlerini sunacaktır. Bienalde çok güzel bir reklam ile bu hepimize ironik olarak anlatıldı.

Makroplastikler kaplumbağalar, büyük deniz canlıları ve kuşlar tarafından yiyecek olarak tüketiliyor. Mideleri dolan canlılar doyduklarını sanıyor ama kısa bir süre içinde, mideleri plastik ile dolu olarak açlıktan ölüyorlar. İtalya’da Nisan 2019 da kıyıya vuran ölmüş balinanın midesinden 29 kilo atık makroplastik çıktı.

Mikroplastikler de canlılar tarafından sudan süzülerek alınıyor. Bazı canlılar bunları sindirim sistemleri ile az çok atmayı başarıyor ama denizlerdeki suyu süzüp, içindeki planktonlar yani mikro canlılarla beslenenlerin sisteminde olduğu gibi kalıyor. Midyeler, deniz anaları, kabuklu deniz canlıları, bazı balina türleri. Midye dolmaları yarasın. Bunları tüketmiyorsak dahi sorun yok diyebilir miyiz? Tabiki hayır. Çünkü biz ellerimizle denizlerdeki besin zincirine plastik madde ekliyoruz. Eninde sonunda besin zincirine eklediğimiz plastikler, besin zincirinin en tepesinde yer alan insanların sofralarına ulaşacaktır.

Her gün aksatmadan düzenli bir rutin olarak yaptığımız bu eylemin, maalesef farkında değiliz ki sonuçlarının ne kadar kalıcı ve ölümcül olabileceğini düşünelim. Düzenli olarak mikroplastikleri yiyoruz, içiyoruz, soluyoruz. Hayal etmesi çok güç ama Antartika’daki yapılan çalışmalarda havada mikroplastik partiküllerine rastlandı. Donmuş buzul sularında hatırı sayılır miktarda mikroplastik saptandı. Vücudumuzun bunları tanıyıp, parçalayıp, sistemden dışarı atacak mekanizması yok. Atabildiğimizi sindirim sistemiyle atıp kalanları bedenimizde depolayacağız.

Sorusu olan? Çok karamsar bir tablo çizdim. Yok özür dilemiyorum ve daha ekliyorum. Son birkaç yıl içinde farklı ülkelerde yapılan çalışmalarda midye ve balık dışında, tuz, şeker, bal, soda, bira gibi besinlerde mikroplastiklere rastlandı. Deniz tuzu tüketmem derseniz, kaya tuzu ve tuz göllerinden elde edilen tuzlarda da mikroplastik bulunduğunu bilin.

Türkiye’de yapılan bir çalışmada market raflarındaki tuzlarda; deniz tuzunda 16-84 parça/kg, göl tuzunda 8-102 parça/kg, kaya tuzunda 9-16 parça/kg mikroplastik bulunmuştur.

Eskiden dalgaların sahile vurduğu kıyı çizgisinden deniz kabuğu toplarken artık plastik materyal topluyoruz. Deniz suyundaki mikroplastikler fiber, polyester ve naylon. Balıklarda en çok rastlanan mikroplastikler çamaşır makinasından geldiği düşünülen mikrofiberlerdir. Dünya genelindeki denizlerde mikroplastikler % 35 elyaf içerikli tekstil ürünlerinden, % 28 otomobil lastiklerinden, % 24 şehirlerde oluşan tozlardan, % 7’si yol şerit boyasından, % 3,7’si gemi yüzeyindeki boyalardan, % 2’si cilt bakım ürünleri olan kozmetiklerden, % 0,3 plastik granül ve parçacıklardan kaynaklıdır. 

Denizlerdeki tüm canlıların yapısında, midesinde plastik var. Yapılan birçok çalışma ile insanın besin zincirinde mikroplastiğe maruz kaldığı anlaşılmış ama henüz insan sağlığı üzerine olan etkileri ile ilgili bir çalışma yapılmamıştır. Avusturyada Viyana Tıp Üniversitesi’nde, farklı ülkelerden sekiz denek ile yapılan çalışmalarda, bu kişilerin dışkılarında mikroplastik bulunmuştur. Bu mikroplastikler 50 ile 500 mikrometre büyüklükte ve polipropilen ile polietilen başta olmak üzere dokuz farklı mikroplastik çeşidini içermektedir. Bu daha başlangıç. Sadece besin zinciri yolu ile mikroplastiğe maruz kaldığımızın ilanıdır. İnsan vücudunda nasıl sorunlar oluşturduğunun anlatılacağı yayınları merakla bekliyorum. 

Yaşadığımız çağ plastik çağı oldu. Plastik keşfinden bu yana altın çağını yaşıyor. Aslında antropolojik olarak Antroposen dönemi denilen insan çağına girmiştik ama plastik araya kaynak yaptı. Antroposen çağının en belirgin özelliği, jeolojik faaliyetlerin insan eli ile gerçekleştirilmesidir. Bu çağın küresel ısınma dışındaki en önemli sorunu plastik sorunudur. Okyanuslarda oluşan plastik adacıkları sürekli büyüyor. Pasifik okyanusunda 3.5 milyon metrekare büyüklüğünde 7 milyon ton ağırlığında bir 7. kıtamız var. Yaklaşık beş Türkiye büyüklüğünde yüzen plastik bir ada düşünün. Korkunç değil mi? Birde bunlardan bu kadar büyük olmamakla beraber dört tane daha var. Yani toplam beş tane plastik çöp adamız var. Tamam günlük yaşantımızda görmüyoruz ve doğrudan olumsuz etkilerini hissetmiyoruz. Ama ilk on yıl içinde vücudumuzda yapacağı tahribatı şimdiden hesaplamaya başlamalıyız.

Son yıllarda adını bile daha önce duymadığımız birçok hastalık çeşidi çıktı. Varolanların görülme sıklığı insanlarda başlama yaşı giderek küçüldü. Artık denizdeki ve karadaki canlılar için değilse bile kendimiz ve gelecekteki nesillerin sağlığı için bir yerlerden başlamalıyız.

Plastik ile en az birlikteliğinizin olacağı bir yaşam diliyorum.

Sağlıkla kalın sağlık aşkına.

Yorum bırakın