Çürük Yumurta – Sülfür

Hidrojen sülfür (H2S) renksiz, çürük yumurta kokusuna sahip zehirli bir gazdır. Bitkilerde çimlenme ve fotosentez oluşumunda, çiçeklerde ve yapraklarda yaşlanmanın uyarılmasında etkilidir. Bitkiler topraktan kökleriyle almış olduğu sülfürle sistin, metionin ve sistein aminoasitlerinin sentezlenmesini sağlar. Hayvansal organizmalar için bu aminoasitlerin önemine birazdan geleceğim.

Şimdi gelelim kükürt nedir, sülfür nedir, sülfit nedir, sülfat nedir ve daha da isim yazarım ama sonra konu çok uzuyor. Şimdilik bunlar bize yeterli.

Periyodik tabloda element halinde olan, doğada en yalın hali ile bulunan kükürt ile başlayalım. Limon sarısı rengindedir. Doğada ya da endüstriyel olarak, SO2 (kükürtdioksit) gazı ya da H2S (hidrojensülfür) gazının oksidasyonla çökeltilmesi sonucunda elde edilir. Kükürt yapraklara yeşil rengini veren klorofil için gereklidir.

Sülfür ise içinde kükürt içeren kimyasal bileşiklere verilen genel bir isimdir. Şöyle örneklendirelim. Kükürt domates ise sülfür de domates ile elde edebileceğiniz tüm ürünlerdir diyebiliriz. Salça, ketçap, menemen gibi. Sülfür, kükürdün -2 yükseltgenmiş halini içeren tüm bileşiklerdir. 

Sülfit ise gıdalarda lezzeti ve rengi korumak, bakteri çoğalmasını durdurmak, bozulmalarını engellemek, taze sebze meyvelerin renklerinin bozulmasının önüne geçmek, besinlerin raf ömürlerini uzatmak için kullanılır. Bira ve şaraplarda özellikle tatlı beyaz şarapta bol miktarda sülfit bulunur. Bazı kişilerde sülfit oranı yüksek besin ya da içecek tüketildiği zaman besin hassasiyetine bağlı bazı sorunlar görülür. Bunlar kurdeşen, kaşıntı, bulantı, astım atağı gibi sorunlardır. Oluşan bu sorunlar sülfitin (SO3-), sülfit diokside (SO2) dönüşmesinden dolayıdır. Sülfit (SO3-) toksik yani zehirli bir bileşiktir. Karaciğerde, beyinde, dalakta, midede DNA hasarı ve oksidatif strese neden olur. Oksidatif stres ne artık biliyoruz.

Sülfat (SO4-2) ise daha zararlı bir bileşiktir, sülfirik asit tuzudur. Sülfat daha çok şampuan ve duş jellerinde kullanılan kimyasal maddelerin temelinde vardır. Şimdi size SLS (sodyum lauryl sülfat) ya da SLES (sodyum laureth sülfat) ya da ALES (amonyum laureth sülfat) desem bunların çoğu şu an banyonuzdaki şampuan, saç kremi, duş jellerinde var ve bunlar ciltte ve saçlarda ciddi tahrişler ve kuruma yapıyor desem bana inanır mısınız? Bir de bunların familyasından daha masum olanı var ki o da ALS (amonyum lauryl sülfat).

Magnezyum sülfatı hatırlayan var mı? Epsom tuzu denir ve flotaryum hazırlamak için kullanılır. Flatoryum ne derseniz eğer sole bölümünden dinleyebilirsiniz. Bird e toprakta gübre olarak kullanılan amonyum sülfat var. Konu yine yayıldı kaldı. Amacım aslında konu başlığı olan sülfürü anlatmak.

Bizim günlük ihtiyacımız olan kükürt miktarı 1000 mgrdır ki biz bu miktarı zaten sülfürlü bileşiklerle alırız. Sülfürlü yiyecekleri tüketmek bizim için yeterlidir. Doğada biz insanların tüketebileceği kokulu tüm sebzelerde kükürtlü bileşikler bol miktarda var. Mesela en çok kokulu olan sarımsağı ele alırsak içinde tam 33 çeşit kükürtlü bileşik var. Diğer yiyecekleri de sayalım. Soğan tabiki, turp, lahana, brokoli, karnabahar, kereviz.

Dikkatinizi çekeyim hepsi beyaz renkli sebzeler. Vücudumuzun savunma sisteminin askerleri olan beyaz kan hücrelerinin üretimini teşvik eden yiyecekler bunlar.

Akılda daha kalıcı olsun diye şöyle söyleyebiliriz. Beyaz sebze girerse mideme koruyucu beyaz askerler çoğalır kanımda. Vücudumuza giren virüsler, bakteriler, mantarlar bağışıklık sistemimiz tarafından, vücudumuzu işgal etmeye gelmiş düşmanlar olarak algılanırlar. Bu düşmanlara karşı savaşan askerler oluştururlar ya da daha önceden var olanları kullanırlar. Ama vücudumuzda eninde sonunda bir savaş olur ve bu savaş daima süregelen bir savaştır. Eğer bu savaşı kazanırsak hastalanmayız, kazanamazsak hastalanırız. Dediğim gibi bu savaş her gün ve günün her saatinde olan bir savaştır. Çünkü dışarıdan solunumla, beslenmeyle sürekli bizi hasta edebilecek düşmanları vücudumuza alırız. Savaş sonunda savaş meydanlarında ne olur bir yığın ölü, yaralı, temizlenmesi gereken artık madde. İşte bu savaş meydanını temizlemezsek orası bir daha yaşanamaz bir alana döner.

Hücrelerimizin içindeki savaş sonunda da hücre içinde temizlenmesi gereken bir yığın atık madde oluşur. Hücrenin yaşamını devam ettirebilmesi için ortamın temizlenmesi gerekir. İşte vücudumuzda bu temizliği yapan maddelerde sülfürlü tüm bileşiklerdir. Şöyle düşünün ofis akşam kapandıktan sonra temizlik elemanları gelip, temizlik yapmazsa ertesi iş günü ofis nasıl gözükür? Hücreler için durum böyledir. Aynı ofisler gibi her gün temizlenmelidir. Her gün süre gelen bu savaş hücre içinde sürekli bir temizlik gerektirir.

Sülfürlü antioksidanlar da temizlik işini en iyi yapan antioksidanlardır. Doğrudan ya da dolaylı olarak bu temizliği gerçekleştirebilmeleri için vücudumuzda sürekli sentezlenmeleri gerekir. İşinin ehli olan bu sülfürlü antioksidanlar içinde, antioksidanların kraliçesi olan glutatyondur. Glutatyon karaciğerde sentezlenir. Sülfürlü aminoasitler olan metionin, sistein, glutamin ve glisin glutatyon oluşumu için çok gereklidir. Bölümün başında bu aminoasitlerin isimleri geçmişti. Bir de selenyum minerali ve tabiki C vitamini glutatyon oluşumu için önemlidir. Vücudumuzdaki tüm yapılım ve yıkılım olayları bir ahenk içindedir. Bu ahengin devam etmesi için de tüm mineral, vitamin ve aminoaitlerin takım oyuncuları gibi çalışması gerekmektedir.

En çok miktarda ihtiyaç duyulan az miktarda ihtiyaç olana göre daha önemli değildir. Azı çoğu yok her unsur önemlidir.

Gelelim sülfür içeren antioksidanların içinde neler olduğuna? İki başlık altında genellikle konuşulurlar. Organasülfürler ki diğer ismi sülforan içeren bileşiklerdir. Kanser savaşçısıdırlar. Organasülfürler dışındakilerde glukosinatlardır. Hem organasülfürleri hem de glukosinatları içeren besin maddelerinin, en önemli özellikleri çiğneme, ısırma, kesme, ezme gibi, fiziksel parçalama yöntemlerine maruz kalmaları sonucunda, içindeki sülfürlü bileşiklerin açığa çıkmasıdır. Yani sarımsağı yutmayıp çiğneyeceğiz – e kokacak yapacak bir şey yok. Bu sülfürlü bileşikler açığa çıktığında antioksidan, antimikrobiyal ve antikansorejen etkileri daha aktif hale gelir. Organasülfür içeren grup aynı zamanda kan basıncını düzenleyici ve kan sulandırıcı etkide yapmaktadır. Sarımsak bu söylenenlerin en güzel örneğidir.

Sülfürlü bileşiklerin genel olarak vücudumuzda neler gerçekleştirdiğine birlikte bir göz atalım.

  • Vücudumuzda detoksifikasyonda yani vücudumuzdaki zararlı maddelerin zehirsizleştirilmesinde görev alır. Bu işi de en etkin biçimde glutatyon yani kraliçe antioksidan ile yapar. Glutatyon nerede ve neyle sentezlenir az önce bahsettik. 
  • Sülfürlü bileşikler karaciğerde safra salgısını arttırır.
  • B vitaminlerinin sentezinde rol oynarlar.
  • Mitokondride enerji üretimi sırasında elektron taşıyan moleküllerin (koenzim A) yapısına girerler.
  • Sülfür eksikliği…
    • Tip-II diyabete yol açar. Çünkü kan şekeri düzenlemesinde önemli rol oynayan insülin hormonunun yapılımı sırasında iki aminoasidi birbirine bağlayan köprü sülfür köprüsüdür. Sülfür köprüsü olmazsa insülin yapılamaz. İnsülin hormonu olmazsa kan şekeri düzenlenemez ve kanda şeker seviyesi sürekli artar. Zaman içinde bu olay diyabet hastalığına doğru ilerler.
  • Cildimizin hücrelerinin DNA’sını UV ışınlarının zararlarına karşı kolesterol ile beraber korur. Hatırlayalım, güneş vitamini konusunda D hormonunun sentezlenmesinin ilk basamağının, cildimizin altındaki kolesterol molekülü olduğunu söylemiştik.
  • Vücudumuzda oksijen dengesini sağlarlar.
  • Ayrıca sülfürlü bileşikler bağırsaklarımızda oluşabilecek ülseratif kolit, Crohn hastalığı, irritable bağırsak hastalığı yani İBS engellenmesinde, kalın bağırsakta sülfat indirgeyici bakteri oluşumunda rol oynarlar.
  • Yine sülfürlü bileşikler saçlarımız, tırnaklarımız, cildimizin sağlığı için çok önemlidir.
  • Gelelim iskeletimiz için önemine. Kemiklerimizi birbirine bağlayan menteşelerimiz olan eklem sağlığımız için de çok önemlidir sülfürlü bileşikler. Özellikle profesyonel spor yapanlar eklemlerinin sağlığını korumak için sülfürlü bileşikler içeren takviyeleri sıklıkla kullanırlar. MSM yani metilsülfatmetan bitkilerde bulunan eklem sağlığı için çok önemli bir bileşiktir.

Artık konuyu noktalayalım. Az çok bilgi sahibi olduk.

Ne kadar çok kokuyorsa ve kötü kokuyorsa o sebzeyi ısıra çiğneye tüketmemiz gerekiyor.

Sağlıkla kalın sağlık aşkına.   

Yorum bırakın