Sanal Organımız – Mikrobiyatamız

Bağırsaklarımız lise biyoloji dersinde bize anlatılan sindirim sistemi içindeki bir organımızdır. Sindirim sistemimiz de ağızda başlayıp anüste sonlanan uzun bir boru sistemidir. Bağırsaklarımızda bu boru sisteminin en uzun bölümünü kapsar.

Bir önceki bölümümüzde bağırsaklarımızda yaşayan yaklaşık 100 trilyonluk bir ulustan bahsetmiştik. Bu ulus bağırsak floramızdır. Bağırsak floramız kendi ekosistemini yaratmıştır ve yine kendi homeostasik düzenini kurmuştur. Bağırsak florası mikroorganizma topluluğudur. Bu topluluğun üyeleri arasında virüsler, mantarlar, bakteriler, arkealar, mikroökaryotlar vardır. Bunlar, üzerinde davetsiz yaşadığı insan vücudu ile simbiyotik bir birliktelik yani her iki tarafında memnun olduğu bir birliktelik oluştururlar.

Davetsiz misafirlerin kendi aralarındaki ilişkileri de çeşitlidir.

  • Bu ilişkilerden biri kommensalizm yani bir tarafın yarar sağladığı diğer tarafın umurunda olmadığı ve etkilenmediği ilişki şeklidir.
  • Simbiyotik yaşam yani iki tarafın birbiri ile yardımlaşıp tek bir canlıymış gibi davrandığı ilişki şeklidir.
  • Bir de patojenik yani hastalık oluşturan, zarar veren ilişki şekli vardır.

Bu ilişkilerin açıklamalarından önceki bölümde de bahsetmiştik. Bağırsak mikrobiyomu ile ilgili çalışmalar henüz çok yenidir. 2007 yılında insan mikrobiyom projesi başlatılmıştır.

Mikrobiyom kelimesi, vücudumuzda yaşayan mikroorganizmalarla, bu mikroorganizmaların genetik yapılarını anlatan bir sözcüktür. Mikro küçük biyom canlı demektir. Yani vücudumuzda yaşayan mikrorganizmaların nerelerde yaşadığını, kaç yüz ya da bin çeşit olduğunu, birbirleri ile olan etkileşimlerini-ilişkilerini, genetik yapılarını yani DNA’larının dizilimini, vücudumuz için yarar-zarar dengesi gibi birçok konuyu araştıran bir çalışmadır.

İnsan mikrobiyom tanımlaması ilk olarak 2001 yılında Joshua Lederberg tarafından kullanılmıştır. İnsan genom projesi de 1990’la 2003 yılı arasında gerçekleştirilmiştir. Yani insanın genetik yapısını oluşturan DNA dizilimi tanımlanmıştır. Diger bir deyişle insanın genetik yazılım kitabı yazılmıştır. Okuduğumuz her sayfayı henüz anlayamıyoruz. Ama anlamak içn bilim dünyası çalışıyor. İnsan mikrobiyom projesi 2008 le 2015 arasında yapılmıştır.

İnsan vücudunda yaşayan bağırsak bakterilerinin genetik dizilimi yapılmıştır. İnsanın bağırsak bakterilerinin genomunda yani genlerinde insan genomundan 150 kat fazla gen bulunur. Sağlıklı 18 yetişkinin farklı vücut bölgelerinden alınan örneklerdeki mikrobiyata incelendi.

Mikrobiyata nedir derseniz? İnsan vücudunun farklı bölgelerindeki ekosistemlerin mikroorganizma topluluğudur. İnsan vücudunda dört temel mikrobiyata topluluğu vardır. 

Ağız, bağırsak, deri ve vajina mikrobiyata bölgeleri.

İnsan vücudunda, % 10’u kendi hücrelerinden % 90’ı mikrobiyata hücrelerden oluşan bir hücresel yapı vardır. Vücudumuzdaki hücresel çoğunluk miktobiyata hücrelerine aittir. Bu hücreler birbirleri ile aralarında kurdukları o inanılmaz ilişki ile bir süper organizma gibi hareket ederler.

Sağlıklı bir mikrobiyatada hücreler kendi içlerinde homeostazi yani denge içindedirler. Ayrıca miktobiyata hücreleri, üzerinde ve  içinde yaşadığı bedenle de homeostazi içindedir. Bu homeostazi düzeni yani denge zaman zaman bozulabilir. Mikrobiyatadaki mikroorganizmalar arasındaki dengenin, homeostazinin bozulmasına disbiyozis denir. Biyos canlılar demektir, ‘di’ eki de olumsuzluk ekidir. Disbiyozis yani bağırsak bakterilerinin aralarındaki ilişkinin bozulması çok çeşitli nedenlerle olabilir.

  • En çok bilinen nedenler arasında antibiyotik kullanımı, yanlış beslenme, temizlik ürünleri, hazır paketli gıdalar, sigara-alkol kullanımı, az sebze çok hayvansal gıda tüketme ki probiyotikler vücuda yeterli alınamamış olur; rafine edilmiş gıdalar, mide koruyucu ilaçlar başta olmak üzere sayılabiliriz biz bu nedenleri.

2003 yılında eski dostlar hipotezi adı altında bir hipotez yani varsayım ortaya atılmıştır. Binlerce yıldır insanlar vücutlarındaki mikrobiyata ile dost yaşamıştır. Özellikle bağırsak mikrobiyatasının ürünleri olan vitaminler sağlığımızın devamının vazgeçilmezleridir. Hatta bağırsak mikrobiyatasının genetik yapısı insanın kan dolaşım sistemine bile katılmaktadır. Böylece sağlığın devam etmesine, bazı hastalıkların engellenmesine, uzun vadede evrime neden olurlar. 

Bağırsaklarımız için ikinci beynimiz sözlerini çoğumuz duymuşuzdur. Gerçekten bu söylenen söz bilimsel olarakda kanıtlanmıştır. Embriyonik dönemde yani bebeğin anne karnındaki gelişimi sırasında, beyin ve bağırsak aynı hücre topluluğunun oluşur, gelişir. Anne karnında aynı hücre topluluğu bölünüp çoğalarak beynimiz ve bağırsaklarımızı meydana getirirler. Mükemmel bir ilahi düzen değil mi?

Beynimiz ile bağırsağımız arasında daha anne karnında iken başlayan ve doğumdan sonrada güçlenerek devam eden sağlam bir ilişki vardır. Beynimiz ile bağırsağımız arasında sinirsel bir ilişki vardır. Beyin sapından çıkıp bağırsaklarımıza kadar uzanan bir sinir vardır. Bu sinirin adı vagus siniridir.

Vagus latince gezenti demektir.

Vagus sinirinin beyin ve bağırsak ile ilişkisi çift yönlü bir ilişkidir. Bu siniri çift yönlü bir bilgi akışı olan, beyinle bağırsak arasında bir otoban yolu olarak düşünebiliriz. Ama bu çift taraflı bilgi akışında, bilgi aktarımının % 80’inin bağırsaktan beyne doğru olduğu ile yapılan çalışmalarda gözlemlenmiştir. Vagus siniri bağırsaklardaki sinirsel, hormonal ve bakteriyel değişimleri doğrudan beyne iletir. Yani bağırsaktaki tüm biyokimyasal, hormonal ve hücresel değişikler anında beyne iletilmektedir. Yani bağırsaklarımızdaki her türlü değişiklikler anında beyne aktarılıyor.

Peki bu iletişim nasıl sağlanıyor? Bağırsaklarımızda 30’dan fazla nöromediyatör madde üretimi olur. Nedir bu nöromediyatör maddeler? Nöromediyatör maddeler nam-ı diğer nörotransmitter maddeler vücudumuzda üretilen kimyasal maddelerdir. Bu kimyasal maddeler vücudumuzdaki sinir hücrelerimiz arasında iletişimi sağlarlar. Yani sinir hücrelerinin birbirleri ile iletişimini sağlayan maddelerin çoğunluğu bağırsaklarımızda yapılır.

Örneğin serotonin hormonu. Bu hormon kişide mutluluk hissi uyandıran bir hormondur ve serotonin hormonunun % 80’den fazlası bağırsaklarımızda sentezlenir. Sonra kan yoluyla beynimize kadar taşınır. Serotonin ilk akla gelen nörotransmitter madde olsa bile başka tanıdık nöromediyatör maddelerimiz de var. İsimleri sayalım zaten çoğunu duymuşsunuzdur. Dopamin, norepinefrin (noradrenalin), GABA (gama-amino bütirik asit). Konu çok uzamasın diye tek tek anlatmak yerine, kısaca bu maddeler vücudumuzda nöropsikiyatrik iyilik hali oluşturuyor diyebiliriz.

Yani ruh sağlığımızın ve ruh halimizin dengede kalması sağlıklı bağırsak yüzeyimiz ile doğrudan ilişkilidir.

Yoksa bazı nöropsikiyatrik hastalıklar kapımızı çalar ki bu hastalıklar günümüzde çok yaygın görülen psikiyatrik hastalıklardır. Anksiyete, depresyon hatta otizm ve şizofreni bile bahsedilen hastalıklar arasındadır. 

Sindirim sistemi lenf dokusu açısından da çok zengindir. Lenf dokumuz bağışıklık sistemimizin hücrelerini üretir. Bağışıklık ne kadar önemli, neden sağlam olmalı artık hepimiz çok iyi biliyoruz. Birçok bağışıklık hücresi sindirim sistemizde ve çoğunlukla kalınbağırsağımızda üretilir. Sonra dolaşım yolu ile tüm vücudumuza yayılır.

Bağırsak mukozasının iç yüzeyini yer alan mukus salgısının içeriğinden bahsetmiştik. Bu içerik probiyotik açısından çok zengindi. Ama aynı zamanda zararlı birçok bakteri ve oluşumda içerir. Tam olarak sindirilememiş besin parçacıklarını da bulundurur. Eğer bağırsak mukozasını oluşturan, epitel hücrelerinin bütünlüğü bozulursa yani o ince, tülbent yapı bozulursa zararlı bakteriler, sindirilmeyen besin parçacıkları ile bağırsağın zarar görmüş açıklıklarından kan dolaşımına geçer.

Bağırsaktaki bakterilerle, sindirim sisteminde üretilen bağışıklık hücreleri arasında epey sıkı fıkı bir ilişki vardır. Bağırsak mukozası bozulup besin parçacıkları, zararlı mikroorganizmalar kana geçerse eğervücudumuzda varolan bağışıklık hücreleri hemen karşı saldırıya geçer. Bağışıklık hücrelerimiz kana karışan bu yabancı maddeleri ve geçişi sağlayan hücreleri vücuda yabancı hücre sanıp onlara savaş açar.

Yani bağışıklık sistemi gider içinde varolduğu sistemin hücrelerine saldırır. Bizi koruması gereken bağışıklık hücreleri bizim hücrelerimize düşman gibi davranıp saldırır.

Bağışıklık sistemimiz immun sistem olarak anılır. İmmun sistemin koruması gereken sisteme yani içinde varolduğu kendi sistemine saldırması sonucu oluşan hastalıkların tümüne otoimmun hastalıklar deriz. Gıda intoleransı ve besin alerjilerinin başlıca nedeni zaten budur. 

Bu durumda sızdıran bağırsak hipotezi olarak adından söz ettirir. Sızdıran bağırsak hipotezinde, bağırsak mikrobiyatası değişip bozulur ve bağırsak epitel duvarında minik minik hasarlar oluşur. Bu minik hasarların oluşturduğu yerlerden kan dolaşımına istenmeyen maddeler ve zararlı bakteriler girer. Ve bağışıklık sistemi elemanları bu yabancı maddelere karşılık verir, savaş açar. 

İmmun yanıt oluşur yani bağışıklık sistemimiz savaşa girer. Sonuç otoimmun hastalıklar olarak hayatımızda karşımıza çıkar. Bağırsak florasının bozulup, minik minik deliklerin oluşmasının yanında birde az önce bahsettiğimiz nörotranmitter maddelerin yapılımının bozulması da karşımıza çıkan en büyük sorundur. Bunun sonucunda da metabolik hastalıklarla karşı karşıya kalırız.

Metabolik hastalıklara en çok bilinen alerjik hastalıkları, obeziteyi ve ona bağlı gelişen diyabeti gösterebiliriz. IBS kısaltması ile bilinen irritabl bağırsak sendromu da, sağlıksız bağırsak florasının bir sonucudur. Peki tedavisi mi? Nenelerimizin mutfağında kullanılan malzemeler ve pişirme şekilleri reçeteye yazılabilir mi?

Zamam zaman anlık bazı bağırsak hastalıklarında eczaneden hazır tabletler alıp kullanmamız da mümkün. Örneğin turist ishali durumlarında ya da antibiyotik kullanımına bağlı bağırsak bozukluklarında.

Son yıllarda kronikleşen yani uzun süren  bağırsak bozukluklarına karşı çok radikal bir tedavi şekli deneysel olarak halen yürütülmektedir. Fekal replasyon tedavisi yani açık anlatımla dışkı transplantasyonu ya da transferi denebilir. Lütfen hemen tepki ile yaklaşmayalım. Doğrudan bir aktarım söz konusu değil tabiki. Sağlıklı kişilerden izole edilen sağlıklı bakterilerin mikrobiyomunun steril koşullarda aktarımından söz ediliyor. Son yılların en çok sözü edilen deneysel ve gelecek vaad eden çalışmalarından biri bence. Şimdi bu konuya girmeyeyim yoksa bir bu kadar daha konuşabilirim.

Geleneksel mutfak ürünlerimiz ve geleneksel pişirme yöntemlerimizle hazırlanmış ürünlerle beslediğimiz probiyotiklerimiz ve bu şekilde beslediğimiz probiyotiklerle beslenen prebiyotiklerimizle bağırsaklarımıza iyi bakalım.

Sağlıkla kalın, sağlık aşkına. 

Yorum bırakın