Tanrının Nefesi – Ozon Gazı (O3)

Dinsel literatürlerde tanrının nefesi olarak isimlendirilen ozon gazı ismini çoğumuz duymuş hatta tedavi amaçlı deneyenlerimiz bile olmuştur.

Oksijenin kuzeni de diyebiliriz. Almanlar tarafından geliştirilen tıbbi bir tedavi tekniğidir. Yaklaşık 40 yıldır tıpta yeri vardır ve günümüzde 16 ülkede yasal olarak tıbbi tedavi amaçlı olarak kullanılmaktadır. Alman kimyager  Christian Friedrich Schönbein 1840 yılında, elektrik akımını sudan geçirdiği sırada değişik bir koku duymuş ve bu şekilde ozonu keşfetmiştir. Eski greek kelimesi olan ozein (odor) kelimesinden ilham alarak bulduğu yeni moleküle de ozon adını vermiştir. 1974 yılında Alman hekim Hans Wolff ozon jeneratörünü geliştirmiştir.

Ozon molekülü üç tane oksijen atomundan oluşur. O2’nin kararsız bir formudur. O2 molekülü “yükseltgen” maddelerin babası olarak anıldığından kuzeni ozonda güçlü bir kimyasal oksitleyici yani yükseltgendir. İki oksijen atomu birbirine çifte bağ ile bağlıdır.

  • Bu moleküle bir oksijen atomu eklendiğinde pozitif yüklü, kararsız, dengesiz, elektron almaya meyilli artı yüklü bir serbest radikal oluşur.
  • Bu artı yüklü serbest radikal yani üç atomlu ozon molekülü, canlı biyolojik ortamlarda hızlı bir şekilde ayrışarak iki atomlu oksijen molekülü (O2) ile tek atomlu oksijene (O) dönüşür.
  • Oksijen canlıların vücudunda orta düzeyde oksidatif stres yaratır. Oksidatif stres denen olaysa kısaca, kararsız, dengesiz elektron gruplarının hücrelerde zamanla oluşturduğu geri dönüşümsüz zararlar olarak tanımlanabilir.

İşte ozon vücudumuz için anlık oksidatif stres oluşturur. Oluşan bu stres karşısında, vücudumuzda oksidatif strese karşı savunma oluşturan antioksidan mekanizmalarında görev yapan enzimler aktive olur.

Böylece vücudumuzda anlık oluşan olumsuzluklara karşı savunma mekanizmaları aktive edilerek vücudun savunma mekanizmaları harekete geçirilmiş olur. Sonuçta ozonun vücudumuzda yaptığı etki paradoksal bir etkidir.

Ozonun canlı vücudunda uygun yoğunlukta kullanılması olumlu etkiler sağlayabilecekken yüksek yoğunlukları vücudumuz için zararlı olacaktır. Gelelim şimdi ozonun nasıl oluştuğuna. Ozon doğada kendi kendine oluşabilir ya da yapay yollarla tıbbi kullanım için oluşturulabilir. Ozon doğada iki yolla oluşur.

  • Bu yollardan biri, fırtınalarda oluşan elektrik akımı, atmosferdeki iki atomlu doğal oksijen molekülünü ikiye ayırır ve tek atomlu oksijen açığa çıkar. Ayrılmış tek atomlu oksijen(O) gider iki atomlu oksijene (O2) bağlanarak, üç oksijen atomlu ozon gazını (O3) oluşturur.
  • Doğadaki diğer bir yolsa, güneşten gelen UV ışınları atmosferin stratosfer tabakasındaki iki atomlu bildiğimiz oksijen moleküllerinde elektrik akımı oluşturur. Elektrik akımının ayrıştırdığı oksijen moleküllerinden (O2) açığa çıkan tek oksijen atomları (O) gider iki atomlu oksijenle birleşip yine üç atomlu ozon molekülünü (O3) oluşturur. Böylece atmosferde, güneşten salınan UV ışınlarının oluşturduğu zararlı radyasyon salınımı absorbe eden ozon tabakası oluşur.

Ozon tabakasını hepimiz duymuşuzdur. Son 30 yılın en çok konuşulan çevre sorunlarından biri olarak, dünyada artan karbondioksit salınımının atmosferdeki ozon tabakasını incelttiğini biliyoruz. Hatta bazı bölgelerde ozon tabakasının yok olmasından dolayı dünyaya ulaşan zararlı radyasyonunun arttığını bilim dünyası açıkladı. Dünyamız ve dolayısıyla üzerinde yaşayan tüm canlılar için son derece olumsuz bir sonuç bu. Ama konumuz bu değil. Şimdi ozonun doğal olmayan yollardan üretimine gelelim. Ozonun doğal olmayan yollardan üretimi üç şekilde olur.

  1. İlki ultraviyole sistem adını alır. Düşük yoğunlukta üretilir. Özellikle ozon saunalarda ve hava temizleme sistemlerinde kullanılır.
  2. Diğeri corona salınım sistemi denilen ve yüksek yoğunluklu ozon üretmek için yararlanılan bir yöntemdir. 
  3. Üçüncü yöntemse soğuk plazma sistemi denilen bir yöntemdir ve kolay üretilen, kolaylıkla kontrolü yapılabilen, daha çok hava ve su temizliğinde kullanılan bir yöntemdir.

Doğal olmayan yollardan ozon üretiminin teknik detayları bizim konumuz olmadığından bundan bahsetmiyorum. Bizim için gereken, kontrollü olarak oluşturulan ozon gazının sağlık açısından kullanım alanlarının neler olduğunu bilmek. Saf ozon molekülü tıpta tek başına kullanılmaz. Farklı kullanım şekillerine göre ozon yoğunluğu 1 ve 100 mg/ml arasında değişmektedir.

Tıbbi tedavilerde kullanılan ozon, medikal ozon jeneratörlerinde saf oksijen molekülünden üretilir.

Oluşan ozon daima oksijen molekülü ile karıştırılıp kullanılır. Tedavi amaçlı kullanılan medikal ozon, % 5 ozon ve % 95 oksijen molekülünden oluşur. Ya da bazen % 3 ozon ve % 97 oksijen molekülü yani O2’den oluşur. Ozonun belirli bir yoğunluğun üzerinde karakteristik bir kokusu vardır. Havayı ve suyu dezenfekte etmek, ayrıca tekstil ve gıda sektöründe beyazlatma işlemleri için kullanılmaktadır. Ama her konuştuğumuz konuyu sağlığımızda fark yaratmak için konuştuğumuzdan, ozonunda sağlığımız açısından kullanılma yöntemlerinden konuşacağız.

Ozonun sağlığımız açısından kullanılma yöntemleri iki şekildedir. Bir tanesi sistemik yöntem dediğimiz yöntemdir. Diğeriyse lokal yöntemdir. Gelelim sistemik yöntemin ne olduğuna… Sistemik yöntemler dendiğinde aklımıza, ozonun genellikle kan yolu ile vücuda enjekte edilmesi gelmelidir.

  • Majör ozonlu otohemoterapi sistemik yöntemin en çok kullanılan ve bilinen yöntemidir. Tek kullanımlık özel kapalı sistemle kişiden alınan 50-100 ml kan ozon jeneratöründe ozonlanır ve kişiye damardan geri verilir. Ozon kan reaksiyonu vücudun dışında olduğundan, ozonlanan kan zaman kaybetmeden tekrar kan dolaşımına geri verilmelidir. Çünkü kararsız ve dengesiz bir molekül olan ozon bulunduğu ortamın koşullarına bağlı olarak, üretiminden yaklaşık 40 dakika sonra oksijen molekülü (O2) ve oksijen atomu (O) olarak ayrışır.
  • Minörterapi yönteminde ise tek kullanımlık ozona dayanıklı enjektörle kişiden alınan 3-5 ml kan, ozonlanıp kas içine kalça ya da koldan verilir.
  • Diğer bir yöntem olan damar içine doğrudan ozon verilmesinde ise serum fizyolojik ozonlanır ve damardan doğrudan verilir. Ama bu yöntem yan etkileri olan bir yöntemdir.

Sistemik yöntemler genellikle kan yolu ile yapılan tedavileri içermekle beraber bu yöntemin içinde kan yolu kullanımı dışında yapılan bir tedavi şekli daha vardır. Bu da rektal yoldan yani makattan ozon gazı verilmesi yöntemidir. Daha çok çocuklarda, damar yolu açılması sorunlu riskli olan durumlarda, kanser hastalarında, karaciğer hastalarında kullanılması tercih edilen bir yöntemdir. Sistemik yöntem dışındaki diğer yöntemler lokal yöntemler başlığı altında karşımıza çıkar.

  • Bu yöntemlerden biri topikal uygulamadır. Ozonlanmış ürünlerin yani krem, yağ, ozonlanmış buhar gibi maddelerin deri üstüne uygulanmasıdır.
  • Subkutan denen uygulamada ise ozon ince uçlu iğnelerle cilt altına verilir. Eklem sıvısı içine de ozon enjeksiyonu yapılmaktadır. Özellikle diyabetik hastalarda kullanılan bir diğer lokal yöntemse torbalama denen yöntemdir. Diyabetik hastaların kapanması güç yaralarında kullanılır. El ve ayaklar koruyucu torbalar içine alınarak uygulanmaktadır.

Şu ana kadar genel hatları ve en yalın hali ile ozonun sağlığımız için kullanılan yöntemlerinden bahsettik. Sıra geldi sağlığımız için hangi amaçlar doğrultusunda kullanıldığından bahsetmeye. İlk olarak ozon terapisi dokularımıza dolayısıyla hücrelerimize daha kolay O2 ulaşmasını sağlayacağından dokularımızdaki oksijen düşüklüğünü onarır.

  • Vücudumuzda büyüme faktörünün salınmasını uyararak hücre yenilenmesini hızlandırır, bir nevi yaşlanma karşıtı olarak iş görür.
  • Antioksidan enzim sisteminin etkisini arttırır ki az önce ozonun canlılarda paradoksal bir etki yaparak çalışmasından bahsetmiştik.
  • Bağışıklığımızı da güçlendirir ki hadi bunu nasıl yaptığına bakalım.

Vücudumuzun savunma sisteminin en önemli askerlerinden olan beyaz kan hücrelerinin yani lökositlerin üretimini arttırır. Beyaz kan hücreleri bizi mantar, virüs, bakterilerin saldırılarından korur. Ayrıca hastalık yapan bu etmenleri oksijensiz bırakır. Fagositoz denilen bir yöntemle yapar bunu. Tıbbi açıdan bu durum kanıtlanmıştır. Belki de ilerleyen dönemelerde kış aylarında hastalıklardan korunmak için ozon terapi önerilecek, bilemeyiz.

Gelelim kanımızın kırmızı renkli hücrelerine yani eritrositlerimizdeki etkilerine. Eritrositlerimizin hareketini ve elastikiyetini arttırır ve dolaylı olarak kanımızın yoğunluğu azalır. İlerleyen yaşlarda kan yoğunluğunun artması yani kanın su oranının azalmasının önemli sağlık sorunları oluşturduğu bilinmektedir. Vücudumuzda interferon denen savunma sisteminin bir parçası olan molekülün seviyesini arttırır ki bu virüslerin kendini çoğaltmasını ve dolayısıyla çoğalmasını engeller. Yapılan araştırmalarda tümör hücrelerinin ölümüne neden olan bir faktörün (TNF) üretimini uyardığı ve üretimini arttırdığı bulunmuştur. Vücudun detoks kabiliyetini attırır. Romatizmal hastalıklarda ve fibromiyalji tedavisinde destek olarak kullanılır. Diş hekimliğinde sprey ya da kompres şeklinde kullanılır. Kullanım alanları daha yazabiliriz. Ama amacımız ozonu tanımak ve kullanımı hakkında genel bilgi edinmek olduğundan artık burada bırakmalıyız diye düşünüyorum. 

Vücutta toksik yani zehir etkisi gösterme riski % 0,0007 (bir milyonda yedi) olarak belirlenmiş. Yine de zehirlenme belirtisi görülürse E vitamini ve glutatyon verilerek tedavi ediliyor. Bazen iyileşme krizleri denen durumlar ortaya çıkabilir ve yaklaşık üç gün sürebilir. Bulantı, kusma, baş ağrısı, uykusuzluk, halsizlik, ishal, cilt döküntüleri iyileşme krizleri arasında sayılabilir.

Bol oksijenli günlerde sağlıkla kalın sağlık aşkına.

Tanrının Nefesi – Ozon Gazı (O3)” üzerine bir yorum

Yorum bırakın