Temizlik sözcüğünü duyduğumuzda ilk aklımıza gelen nedir? Ya da temizlik yapmak için gereken olmazsa olmaz dediğimiz şey nedir? Güne başlarken hemen hepimiz ilk olarak elimizi yüzümüzü ne ile yıkarız? Çamaşırlarımızı, bulaşıklarımızı ne ile temizleriz? Ev temizliğinde en çok kullanılan madde nedir?
Çok soru oldu ama yanıt hepimiz için tek. Su tabiiki. Yaşamın kaynağı, canlılığın olmazsa olmazı, vazgeçilmez su. Temizlik konusunda hiçbir kültür elimize su dökemez. Gerçekten, temizlik yaşam biçimimiz haline gelmiştir. “Temizlik imandan gelir. ” Hepimiz duymuşuzdur. Bedenimizi, çamaşırlarımızı, evimizi, çevremizi temiz tutmak için gün boyu uğraşırız. Kimimiz çok, kimimiz az, ama hepimiz bunun için enerji ve zaman harcarız. Buraya kadar genel olarak hemfikiriz diye düşünüyorum. Peki, sahip olduğumuz bedenimizin içerisinin temizliği için ne yapıyoruz? Bunun için ne kadar zaman ve enerji harcıyoruz? Yoksa içeriyi görmediğimiz için pek umursamıyor muyuz?
Oysa yediğimiz içtiğimiz ile, soluduğumuz hava ile, elimize yüzümüze sürdüğümüz kremler ile, yumuşatıcı ile mis gibi kokulara buladığımız çamaşırlarımız ile vücudumuza bir yığın yabancı madde alırız. Bunları her gün durmadan, duraksamadan alırız ve bedenimizde biriktiririz. Genellikle bedenimiz bu içimizi kirleten maddeleri ayrıştırır, zehirsizleştirir, işler ve içlerinde kendisi için zararlı olanları parçalayıp atar. Zaman geçtikçe, kirleticiler yığıldıkça, beden eskidikçe, iyi bakılmadıkça artık eski hızda temizlik yapamaz bizim cefakar bedenimiz.
Şöyle düşünelim, beş kişilik bir aile var ama temizlik, çamaşır, ütü, yemek, bulaşık vb. sadece bir kişinin görevi olsun. Bu durum yıllar boyu böyle devam etsin. Sonunda temizlik görevini yapan kişi yorulur eski hızda bu işi yapamaz duruma gelir. Öyle bir gün gelir ki ev artık yeteri kadar temizlenemez. Bedenimiz için de durum böyledir.
Eşsiz bir biyoteknolojik tasarım harikasıyız.
Yiyip içerek, solunum yaparak ya da derimiz vasıtası ile sürekli bedenimizin iç ortamına yabancı bir çok şey alırız. Her organımız tek başına mükemmel bir geri dönüşüm tesisi olarak çalışır. Dışarıdan doğrudan alınan ya da içerde oluşan atıkları — ki toksik madde diyelim havalı olsun — çok rahat zararsız hale getirir ve dışarı uygun yollarla atar. İşte bu maddelerin ortamda zararsız hale getirilip uzaklaştırılması için çok önemli bir maddeye ihtiyacımız vardır. Tüm bu atıkları çözecek, terle, idrarla , dışkıyla dışarı atılmasını sağlayacak madde tabiiki sudur.
Haberlerde duyarız bilmem hangi fabrika bilmem hangi akarsuya toksik maddelerini atıp suyu kirletti diye. Kızarız söyleniriz de neden kendi içimizdeki fabrikanın atıklarının, sağlıklı bir şekilde uzaklaştırılmasına gereken hassasiyeti göstermeyiz. Oysa biz tekiz. Bizden bir tane daha yok. Yedek parçamız henüz üretilmedi. Bozulan bir organımız için yenisini gidip alamıyoruz. Ancak biri bizim için bir organını bağışlar ise yenisine sahip olabiliyoruz. O zaman organlarımıza dolayısı ile vücudumuza çok iyi bakmalıyız. Nasıl dış ortam temizliği için mutlaka su kullanıyorsak, iç ortamımızın temizliği için de su kullanmalıyız. İlk ve en kolay adımımız su içmektir. Çok basit ve kolay bir eylem.



Su içme alışkanlığım yok, su içemiyorum; ama çay, kahve, gazlı içeçek, ayran, süt içerim
Bu sözleri çok duyarım etrafımda. Maalesef, hiçbir içecek su yerine tercih edilemez. Hiçbir içecek suyun temizleme görevini yerine getiremez. Bulaşık yıkarken çay, kahve, süt kullanmıyorsak susuzluğumuzu gidermek dolayısı ile vücudumuzun iç ortam temizliğini yapmak içinde bu içecekleri kullanamayız. Renkli, hareketli, sevecen, duygusal reklamlar ile bize pompalanmaya çalışılan sanki sağlıklı imiş gibi imaj oluşturulan içecekler, vücudumuzun artık maddelerinden arındırılması için uygun değildir. Bir de bu içeçeklerin içlerinde bağımlılık yapan maddeler var ki şu an o maddelerden hiç bahsetmeye başlamayalım.
Nasıl ki çiçeğimizi su dışında bir sıvı ile sulamıyorsak, sahip olduğumuz hayvanımıza su dışında içecek vermiyorsak kendimiz içinde aynısını yapmalıyız.
Su içmek kesinlikle bir tercih meselesi değil zorunluluktur. Su içmenin önemi bizlere yeterince anlatılmıyor. Su içmenin yaşamsal önemi üzerinde gereği kadar durulmuyor. Su içmez isek kururuz. Gerçekten, saksıda kurumuş bir çiçek gibi kururuz. Ama çiçek gibi çabuk ölmeyiz. Dayanıklı, gelişmiş bir yüksek organizmayız. Uzun süre dayanır, sonra hasta olur sonra daha da hasta oluruz.
Ağrılar sızılar, kramplar, yanmalar, halsizlik, yorgunluk gibi nedenini çözemediğimiz birçok sorunla yüzleşiriz. İlaçlarla dayanıklılık ve tahammül süremizi arttırırız. Yaşam kalitemiz ve enerji seviyemiz düşer. Kısacası, günlük ve düzenli olarak, ihtiyacımız kadar sağlıklı su tüketerek uzun süre koruyabileceğimiz sağlığımızı tehlikeye atarız. Su, bize doğanın en büyük armağanıdır. O sadece bedenimizin dışını ya da evimizi temizlemek için değildir. Su sağlığımızı uzun yıllar koruyabilmek içindir. Bedenimizde oluşan her türlü atık maddenin sağlıklı olarak uzaklaştırılması ve beden denilen bu biyoteknolojik harikanın uzun yıllar devamlılığını sürdürmesi için vardır.
Bunun için de su içme döngüsünün günlük rutini olmalıdır ve ihmal edilmeden süreklilik içinde yapılması gerekmektedir. Dişimizi fırçaladığımız gibi atlanmadan yapılan sağlam bir rutini olmalıdır ki vücudumuz için olumlu sonuç versin. Sadece bir hafta, bir ay ya da bir yıl değil sürekli diş fırçalıyorsak ve bunu sağlıklı dişlere sahip olmak için yapıyorsak, daha sağlıklı bir bedene sahip olmak için de aynı süreklilikle suyumuzu içmeliyiz. Su, canlılığı aktive etmek ve harekete geçirmek için vardır.
Susadığımızda susuzluğumuzu gidermek için içmemiz gereken tek sıvı sudur.
Bunu bedenimize, sağlığımıza, kendimize borçluyuz. Eğer şanslı isek sağlık, bize doğumsal olarak verilmiş ve çaba göstermeksizin elde ettiğimiz bir imkandır. Hor kullanma lüksüne sahip değiliz. Sağlığımızın devam ettirilmesi bizim sorumluluğumuzdadır. Sorumluluğumuzu yerine getirmeye su içerek başlayabiliriz. Susadığımızda su içmek tercih değil, kesinlikle bir zorunluluktur.
Sağlıkla kalın, sağlık aşkına!

